Saturday, November 15, 2014

2014 New York City Maratonu Yarış Raporu

Eylül 2013'de başladığım koşu hayatıma, 10K (Runtalya) ve yarı maraton (İstanbul) yarışlarından sonra bir yol çizmem gerekiyordu. İstanbul yarı maratonunun finish çizgisinden geçerken "maratoncular bir bu kadar daha mı koşuyor, pes!" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak daha önce koltuktan kalkmayan benim gibi birisi yarı maraton tamamladıysa neden maraton da koşamasındı? Bu ruh haliyle, tam bir delilik yapıp, kayıtların kapanmasına bir gün kala NYC maratonu çekilişine katıldım. Dünyanın en büyük maratonuna rağbet öyle fazla ki ancak çekilişle katılabiliyorsunuz. Aradan birkaç hafta geçti ve bir gece sabaha karşı bir mail geldi, başlığında "Kasım'da görüşmek üzere!" yazıyordu. Çekişi kazanmıştım ve NYC yolu görünmüştü. İlk iş eşimi karşıma aldım, maraton kayıt ücretini yatırmadan önce bu işin ciddi bir hazırlık süreci olduğunu ve bu süreçte bana desteği olmazsa bu işe hiç kalkışmayacağımı söyledim. Kendisi de eski bir sporcu ve sporcu beslenmesi uzmanı bir diyetisyen olan eşim bana olan desteğini açıkca ifade ettikten sonra sıra antrenman programı seçmeye gelmişti.
Antrenman Programım
Bu da çok kolay bir iş değil aslında, net'te onlarca antrenman programı mevcut ancak ilk kez başlayanlara ve benim hayatıma uygun bir program bulmam gerekiyordu. Çoğu programı inceledikten sonra Hal Higdon Novice 1'e karar verdim. Bunu da bastırıp buzdolabına astım ve her koşuyu üzerinde işaretlemeye başladım. Motivasyon açısından çok işe yaradı. Koşmaya başladığım ilk zamanlardan Spirit of the Marathon adlı bir belgesel izlemiş ve çok etkilenmiştim, 18 haftalık tüm antrenman boyunca kafamda kendi belgeselimi çektim ve en büyük motivasyon kaynağım da bu oldu. Hasta olup kaçırdığım 4 koşu haricinde tüm koşuları yaptım ve nihayet maratona birkaç gün kala yola çıkıp NYC'de kiraladığımız eve yerleştik. Yorucu bir yolculuk olduğundan ve uyku düzenim çok bozulduğundan NYC'de yapmayı planladığım son iki koşuyu yapmak yerine dinlenmeye karar verdim. 
Expo.
Fakat göğüs numaramı almak için Expo'ya kendim gitmek zorundaydım. Her ne kadar "expo'da kendinizi aman yormayın" deseler de numaramı aldıktan sonra gitmişken biraz gezmeye karar verdim. Almayı planladığım ayakkabıyı ve ihtiyacım olan birkaç şeyi satın aldıktan sonra bir de baktım Deena Kastor orada, hemen tanışıp bir fotoğraf çektirdim.
Deena Kastor ile.
Kastor'u görünce sevinme sebebim sadece başarılı bir profesyonel atlet olması değil, aynı zamanda kendisinin Spirit of the Marathon'da yer almasıydı. Expo'da deli danalar gibi dolandıktan sonra eve döndüm ve maratona kadar iki gün evde bolca karbonhidrat alıp yatmaya başladım. Internet'teki tavsiyeleri dinleyerek tshirt'üme adımı koca harflerle yazdırmıştım (iyi ki yapmışım! Sebebi yazının devamında) ve göğüs numaramı son akşam tshirt'e 4 iğne ile tutturarak (iyi ki 4 iğne kullanmışım, daha azını kullansam rüzgarda uçardı herhalde) ertesi sabah kalkmak üzere yatağa girdim.
60039 baby!
Genelde ilk maraton öncesi insanlar uykusuzluk çekermiş ama ben mis gibi uyuyarak sabah 05:30 gibi kalktım. Burada hava durumundan da bahsetmem lazım çünkü tüm günü etkileyen en önemli şey buydu. Bir çan eğrisi düşünün ve onu ters çevirin. New York'da hava durumu maraton öncesi ve sonrasında bu eğriyi izledi ve eğrinin dibi yarış günüydü. Hayatımda gördüğüm en sert rüzgar esiyordu ve hava buz gibiydi. Son anda bavula attığım uzun kollu kışlık koşu shirt'ümü aldığıma bu yüzden defalarca dua ettim. Start'ın verileceği ve benim 10:55'de başlayacağım yarış için Staten Island'a doğru evdekilerin tezahuratları eşliğinde 06:30'da yola çıktım. Hayatımın en büyük macerası bir rüya iken gerçekliğe dönüşmüştü ve ben start için soğuk ve karanlık New York sokaklarında  tek başıma yürüyordum.
Start öncesi Staten Island'da.
Metro ile Manhattan'daki Public Library'nin önüne gittim ve daha orada organizasyonu takdir etmeye başladım. Bu takdir finish sonrası yarış alanından çıkana kadar devam edecekti. 50.000'den fazla koşucunun ve 10.000 gönüllünün olduğu bu organizasyon bir saat gibi en ufak bir sorun olmadan tıkır tıkır işledi. Burada bizi Staten Island'a taşıyacak otobüslere bindim ve yola çıktık. Manhattan'dan ayrılana kadar (o zamana kadar gezme şansım olmadığından) etrafı izledikten sonra yanımdaki 70'lerindeki amca ile sohbet etmeye başladık. Kendisi sohbet sırasında birisi zaman hedefini sorunca "bu yarışta önemli olan zaman değil, deneyim" dedi ve bu laf benim kulağıma küpe oldu. İlk maraton için herkes "aman zaman hedefi koymayın, bitirmeye odaklanın, tek amacınız bu olsun" diyordu ama yine de ister istemez bir zaman hedefim vardı. 70 yaşında maraton koşacak olan amcanın bilgece konuştuğunu düşünerek zaman hedefimi rafa kaldırdım, iyi ki de öyle yapmışım, sebebini birazdan yazacağım.
Start alanındaki tuvalet kuyrukları.
Start alanına giderken iki seçeneğiniz var ve bunu haftalar önce belirliyorsunuz. Ya yanınıza eşyalarınızı alıp bunu UPS'e teslim edeceksiniz ve finish'de bu paketi alabilmek için yarış alanından ayrılmak için çok vakit kaybedeceksiniz veya eşyalarınızı orada bırakıp koşacaksınız. Ben de evsizlere ve ihtiyacı olanlara verilmek üzere hazırlanan kutulara atmak üzere yanımda eski kıyafetler getirmiştim, ayrıca sabahın o saatinden start'a kadar geçecek sürede yemek üzere yiyecekler, yarışta yutmak için jel'ler, sular vs. ile hazırdım. Bir gün önce rüzgar tahminlerini görünce ki neredeyse saat başı hava durumu tahminlerine bakıyordum, kendime start alanında beklerken rüzgarın etkisini azaltması için ucuzundan bir rüzgarlık almıştım, bu da iyi ki yapmışım dediğim şeylerden birisi oldu. Bugün blog'da koşuya yeni başlayacak olanlar için bir yazı daha yazmıştım ve onun maddelerinden birisi bolca okuyun idi. Sadece koşu genelinde değil, katılacağınız yarışın özelinde de bolca okumak ve araştırma yapmak gerçekten çok faydalı oluyor. Sizden önce yarışanların deneyimi başınızı bazı dertlerden rahatça kurtarıyor. Yanımda yine tavsiye edildiği üzere üzerine oturmak için basit bir minder vardı. Start alanına varında kendi başlangıç bölgemi buldum, bir kahve ve su alarak en az rüzgar alan ve sırtımı dayanacak bir çit olan bir yere sarınıp sarmalanıp oturdum ve saate bakmaya başladım. O arada benden önceki grupların yarışları başlıyordu ve ben son grupta olduğumdan saat başı karnımı doyurarak ve ölçülü şekilde sıvı alarak kendi saatimden bir saat öncesine kadar yarı oturur yarı yatar pozisyonda bekledim. Benden önceki dalga start almak üzereyken tuvalet sırasına girdim ve ardından son hazılıklarımı yaparak start alanına girdim. Orada da son kez tuvalete girerek kıyafetlerimi bağış kutularına attım ve start için atılan topu duyunca yürümeye başladım.
Verrazano Köprüsü ve Start.
"Yürümek mi?" diye sorabilirsiniz, evet yürümek çünkü start veriliyor ama start çizgisine yürüyerek 10 dk civarında anca varabildik. Alanın büyüklüğü ve koşanların sayısı o kadar fazla ki start çizgisine ulaşmak bile mesele. Nasıl bir neşe, nasıl bir korku, nasıl bir heyecan, kaç duyguyu aynı anda yaşıyorum anlatmama imkan yok. Ama tam başlangıç çizgisinde saati çalıştırıp koşmaya başlayınca bir anda tüm duygular birbirine karıştı ve o bildik, özlediğim ritimle koşmaya başladım. Yarış başlar başlamaz Verrazano köprüsüne çıkıyorsunuz. Staten Island'ı Brooklyn'e bağlayan bu körprünün ne kadar büyük olduğunu ertesi hafta Staten Island feribotuyla yanından geçerken farkettim. Bu kadar büyük olduğunu allahtan önceden bilmiyormuşum yoksa moralim bozulabilirmiş.Yarışla ilgili yazılarda bu köprüde çok dikkatli olunması gerektiği yoksa enerjinizin ciddi miktarını burada harcayabileceğiniz yazıyordu. Uzun mesafe yarışları enerjinin kontrollü kullanılması üzerine olduğundan bu korkunç eğimli köprüde normalden yavaş bir şekilde tempo tutturdum. Ancak o ne rüzgar, tam bir kabus! Hızını geçtim, bir rüzgar saniyede bir yön değiştirip neredeyse üç yönden birden eser mi! Rüzgar resmen bu körüde beni dayak yemişe çevirdi, ne tempo kaldı ne bir şey. Resmen rüzgardan yere düşmemeye çalışarak köprüden geçmeyi başardım ve Brooklyn'e ayak bastım.
Yarışın eğim grafiği. İlk baştaki tepe Verrazano köprüsü.
Yarış aslında 5 ilçede geçiyor: Staten Island, Brooklyn, Queens, Bronx ve Manhattan. Ama aslında yarış sadece Brooklyn ve Manhattan'da, diğerlerine ayıp olmasın diye şöyle bir uğrayıp çıkıyorsunuz. Ve yarışın en güzel kısmı da kesinlikle Brooklyn. Daha köprüden çıkar çıkmaz seyircilerle karşılaştık ve sonraki tüm yarış boyunca izleyicilerden inanılmaz bir destek vardı. Kaç kişinin "haydi Muzo!", "Çok iyi gidiyorsun Muzo!" diye bağırdığını hatırlamıyorum bile.
Seyircileri selamlarken.
NYC maratonunu dünyanın en büyük, en çok istenen maratonu yapan buymuş meğerse. İnanılmaz bir seyirci var. O soğukta, o rüzgarda yüzbinlerce insan 42 km boyunca itiş kakış sıralanıp sizin için bağırıyor. Bu insana nasıl bir güç ve motivasyon veriyor, anlatamam.İstanbul yarı maratonunda dönüşlere dikkat etmediğim için gps'e göre 800m fazla koştuğumdan ve eğimleri önceden görüp tempomu ayarlayabilmek için hep ileriye baktığımdan inanılmaz ve rengarenk bir koşucu seli görüyordum ama uzaktan görüldüğü gibi itiş kakış koşmuyorduk.
I love Brooklyn! Ufukta Manhattan ve hala çok uzakta.
Antrenman programı en fazla 32K koşturduğundan o km'ye kadar başıma gelecekleri biliyordum ve hazırlıklıydım. Yarışın yarısını bu sebeple çok rahat koştum. Nabız yerindeydi, vücudumun herhangi bir yerinde sorun sinyali yoktu, herşey yolunda gidiyordu. Eğimlerde ve dönüşlerde dikkatliydim. Biraz fazla sağa sola bakındığımı önümdeki bir bayan düşünce farkettim. Ayağı ufak bir çukura girmişti. Onu ayağa kaldırıp iyi olduğunu anladıktan sonra yarışa daha dikkatli devam etmeye karar verdim.

İlk kilometreler, yüzler gülüyor.

Yarışın ilk yarısını yani 21K noktasını da güçlü bir şekilde geçince genel bir değerlendirme yaptım ve aslında umut ettiğim 4:35 treninin kaçtığını 5:00 pace grubunun yanından geçerken farkettim. Bu hiç moralimi bozmadığı gibi aslında beni daha da rahatlattı. İlk amacım 5 saatin altında maratonu bitirmekti ve şu anda tam da o civarda bitirecek hızda koşuyordum. Her zamanki hızımdan daha yavaştı ama çok rahattım, nefesime bile dikkat etmemi gerektirmeyecek rahatlıktaydım, nabzım düşüktü (daha sonra ortalama nabzım 152 çıktı). Ben de zorlamadan, bu rahatlıkta devam etmeye karar verdim. Zaten maraton için 32K ısınma, 10K yarış diyorlardı ve bunun ne anlama geldiğini yakında öğrenecektim.

Her mildeki su istasyonlarından birisi. Lütfen tıklayıp büyütün.
Yarış beslenme stratejim de şu şekildeydi, yarış öncesi beslenme haricinde 45 dk ve 15 öncesinde birer GU jel aldım ve yarış boyunca her 30 dk'da bir jel yedim. Yanımda belime takılı Nathan suluğum vardı ve hemen her su istasyonunda ya suluğumu doldurdum ya da su içtim. Bunun için su istasyonlarında çok kısa süreli durmak ya da yürümek zorunda kalıyordum çünkü sadece suyu dökmemek için değil, düşmemek için de bu gerekliydi. Her istasyonda yerler ıslaktı ve önünüzdeki insanlar su almak için ani sağa/sola dönüşler yapabiliyordu. Böyle böyle eşimle Queens'deki buluşma noktamız olan 24. km'ye geldim. Eşimi uzaktan salladığı Türk bayrağından görünce o taraf geçtim, eşimle sarılıp arkadaşımız Şenol'la da el sıkıştıktan sonra koşmaya devam ettim. Ailenin geri kalanı ve kızım gelememişti çünkü o anormal rüzgarda kızımı hasta etme riskine girmek istememiştik. Eşimle buluşmanın gazıyla Queensboro köprüsünü olması gerekenden biraz hızlı çıktığımı farkederek yine tempomu düzenledim ve Manhattan'a geçtik. Manhattan'da çok kalabalık bir seyirci vardı ama sokakların daha dar olduğu Brooklyn'deki kadar seyircilerle etkileşim olmadı. Bu yüzden biraz daha yolun ortalarında yani seyirciden uzakta koşup kendime ve yarışa konsantre olmaya karar verdim. O arada bir seyircinin uzattığı muzu da kapmayı ihmal etmedim, canım çekti ne yapayım!

Yarışın ortaları.
Yarış Manhattan'da 1. caddede devam edip oradan Bronx'a geçiyordu. Bir ilçeden diğerine geçiş mutlaka bir körüyle oluyordu ve köprü demek tepe demekti. 1. Cadde artık işin ciddiyetinin arttığı 30. km'nin de olduğu yerdi. 32. km'yi de geçtikten sonra hala iyiydim, Bronx'dan Harlem'e geçerken son 7-8 km kalmıştı ve işte burada maratonla ilgili söylenen ve okuduğum herşeyin hayata geçtiği yerlerdi. Antrenmanlarda 32K koştuysanız vücudunuz maratona hazır hale geliyor ancak son 10K sadece fiziksel değil, mental bir savaşmış aslında. Beyniniz her saniye size artık durmanızı söylerken koşmaya devam edebilmek için kendinizi mental olarak da hazırlamanız gerekiyor. Yarış öncesi bu konularda da çok hazırlandığım için bunlara da antrenmanlıydım ve tüm mental taktikleri hatırladığım kadarıyla uyguladım. Buralarda koşucuların çoğu artık yürümeye başlamıştı fakat kenara çekilmedikleri için aralarından koşmak giderek zorlaşıyordu. Karbonhidrat yüklemesi ve yarış öncesi/sırasındaki jel tüketimim sayesinde duvara çarpmamıştım, yani karbonhidrat depolarım tükenmemişti ama buna rağmen koşunun bundan sonrası gerçekten zorluydu. Tam bu sırada sol aşilim iki kere sert biçimde çekince korkarak kısa bir süre yürümeye başladım, başka bir sinyal gelmeyince tekrar koşmaya devam ettim. 1-2K sonra aynı şey tekrar olunca bu sefer durup aşili 10 sn kadar gerdirip tekrar koşmaya devam ettim. Allahtan bir sorun çıkmadı ve finish'e kadar tekrar durmak zorunda kalmadım.

İşin ciddiye bindiği Central Park.
5. cadde sona erip Central Park'a girince artık sona iyice yaklaştığımı biliyordum. Seyirciler çok fazlaydı ve neredeyse hepsi bağırıyor, koşuculara moral veriyordu. 4-5 km kadar bir şey kalmıştı, normalde rahatça koşabileceğim bir mesafeydi. Pozitif şeyler düşünerek, finish'i hayal ederek ve seyircilerden güç alarak koşmaya devam ediyordum. O anda finish'i düşünmeye başladım. Bana hep finish'de ağlarmışım gibi geliyordu ama o anki ruh halimle "yok ne ne ağlaması, bir geçeyim de gidip dinleneyim" diye düşündüm sadece. Duygusallıktan eser yoktu, tamamen konsantre olmuş, kalan enerjimi akıllıca kullanmaya çalışıyordum. İşin ilginç tarafı vücudumda tek bir yer beni zorluyordu ve tahmin ettiğiniz üzere bunlar bacaklarım değil kollarımdı. Her ne kadar ara ara dinlendirmeye çalışsam da kollarımın ağrısı giderek artıyordu, bu ağrıdan kurtulmanın tek yolu yarışı bitirmekti ve elimden geldiğince hızlı koşmaya çalışıyordum. Son su istasyonundan çok korkarak geçtiğimi hatırlıyorum, çünkü ıslak zemin yüzünden kayıp düşersem bu yorgunlukla hayatta kalkamam diye düşünmüştüm. "Hatırlıyorum" diyorum çünkü yarışın bu kısımları biraz flu. Yarışın çoğunu net bir şekilde hatırlamama rağmen Central Pak, hem yarışın sonundaki yorgunluk hem de üzerine tuz biber olan tepeleri yüzünden kısmen aklımda. Sonra kısa bir süre parktan çıkıp ileride tekrar geri girdik. Artık yarışın son anları olduğunu biliyordum. Saatime bakıp 4:57'yi görünce artık varımı yoğumu kullanıp hızlandım. 5 saat limitini de kaçırmak istemiyordum. Çok kısa bir süre sonra finish düzlüğünü gördüm, yanlarda tribünler, alkışlayanlar ve ilerde finish çizgisi.

En sevdiğim fotoğraf. Yarışın son metreleri.
Hani yarış sonunda ağlamam sanıyordum ya, yalanmış. Nasıl start anındaki hislerimi anlatmam çok zorsa, işte buradakini anlatmam neredeyse imkansız. Yukarıdaki fotoğraf bu hisleri en güzel yansıtan tek şey ve bu yüzden çok seviyorum. Fotoğrafta belli olmuyor ama o anda hem kahkaha atıyor hem de ağlıyordum.

Tam finish çizgisini geçerken.

Ve finish'in saniyeler sonrası.
O anki mutluluğu tarif etmeye çalışmayacağım. 04:58:54 ile ilk maratonumu tamamlamıştım. "Nerde benim madalyam!" diye bakınırken gönüllülerden birisi madalyamı verdi ve boynuma kendim astım. O anda birisi madalyama uzansa herhalde düşünmeden cinayet işlerdim çünkü ondan daha değerli bir şey olmadığını düşündüm bir süre. Biraz yürüdükten sonra bizlere üşümememiz için aluminyum folyo gibi bir battaniye ve içinde yiyeceklerin olduğu bir çanta verdiler.

Finish sonrası.
Burada yarış bitti ve ailemle buluştuk dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Hani yarış öncesi yarış alanını erken terkedebilmek için bagajsız opsiyonu seçtiğimi anlatmıştım ya, yarış alanından çıkmak için yarım saatten fazla yürümem gerekiyordu. 42 km koştuktan sonra ızdırap gibi gelen bu yürüyüş aslında vücudum için iyiydi ama bunu bilmek yamuk yumuk yürümemi engellemiyordu. Bir yandan çantadan çıkardığım elmayı yerken bir yandan da o ana kadar hissetmediğim kadar yoğun bir gururla, yürümeyi yeni öğrenmiş bir çocuk gibi eşimle buluşacağımız cafe'ye doğru Central Park'dan çıkmak üzere yürümeye başladım. Daha ileride bize kalınca bir panço verdiler ve soğuktan korunmak için ona sarındım. Tam caddeye çıkarken elimize sıcak çay tutuşturan çift herhalde en çok duayı alanlar olmuştur.

Madalyam.
O sırada bana sorsalar bırak maraton koşmayı, artık koşu işi bitti, hayatta da koşmam derdim. Neyse ki bu düşünce birkaç saat sonra geçti. Aşağıdaki video neden böyle düşündüğümün özeti:
Şimdi 2015 için Runatolia'da hızlı bir yarı maraton ve sonbaharda da yeri belirsiz bir maraton planım var. Bu süreyi daha aşağı çekebilecek miyim, merak ediyorum. 40 yaşından sonra hızlanmak zordur derler, bakalım ne kadar doğruymuş.

No comments:

Post a Comment